Oturduk Kemal ile rakıya. Koydular önümüze 50’liği böyle. Peşinden getirdiler tepsiyle haydari, şakşuka, deniz börülcesi (bayılıyorum ona) acılı ezme ve atom (bu atomu yerken güzel, ama ertesi gün oturduğun klozet yanardağa dönünce anlıyorsun nasıl yaktığını)
Usule göre ilk kadehi garson koyar, ama sevmem. Rakıyı illa kendim açıp servis edeceğim. Açtım ve doldurdum, üstüne suyunu çekip buzunu attım. Kadehten çıt pıt buzun çözülme sesi gelirken biz sohbete çoktan dalmıştık.
Ne konuştuğumuz bizde kalsın, ama konu konuyu açtıkça aldı başını ta nerelere gitti..
Üst üste rakı pek iyi gelmedi, daha dün tatlı huysuz Esin’ in yaş günü gecesinde içmiştim. Ancak, o gece Kalkıp zeibeio da yaptım sanırım, ama nasıl yaptım bilmiyorum.
Neyse, 3 saat sonra, o şişe kıçına doğru 2 parmak kala indiğinde kafamız güzelleşince gelen çiçekçi kıza bahşiş verdi Kemal.
Tabağı biraz yukarı kaldırarak Şakşukanın zeytinyağı birikmiş olan kısmına kızarmış ekmeği bakarken kahkaha attım.
Ulan, bu çiçekçi hadi manyak. Erkek erkeğe oturana çiçek satmaya yanaşıyor masaya da, hani sen ne bok yemeye şimdi ona uydun…
Ne bileyim, dedi.. Ben de anlamadım. Kafa güzel, keyif güzel, koy ver gitsin.
Biz sigara içilen taraf diye dışarıda oturuyoruz. İçerde sahneden elektro bağlamanın ekolu sesi iyice yükseldi. 4 telli bağlama, hangi manyetik varsa harika ton var.
Derken hoparlörden gelmez mi Nergis’ in sesi; ” Erdemi’ im, seni klavye’ ye bekliyorum, çıkalım kaleye karşı” diye..
Bardağımı alarak gidip oturdum sahneye. Demez mi bana “re”…. gir.
Ulan şekerim bilmiyor musun ben La karar çalarım, La dan başlar, La dan bitiririm.. “Re” nerden çıktı? Korg’ da komanın nereden verileceğini de bilmiyorum. Afalladım kaldım, ama başarabildim. Korg’ da koma ekrandan giriliyormuş, Yamaha, roland gibi bichbender üstünden değilmiş.
Neyse, 20 dakika sonra masama geri döndüğümde önümüzde iki kulplu bardakta bira, fıstık ve kaşar peyniri duruyordu. Sigaramı yakıp başımı çevirdim şehre karşı.
Bu sefer demin ki çiçekçi kızın yarısı boylarında 2-3 kız geldi başımıza. İkisi de yalınayak. Ayakları simsiyah ve para istiyor. Birinin suratı öyle tatlı ki, hani o yanaklarının etini alıp alıp yiyesi geliyor insanın. Çıkarıp bir ona bir ötekine para verdim. Ne verdiğimi bilmiyorum. Neyse ne, vermişim işte bir şey. Kime ne? Ama bu minik kızın tipine bayıldım…
Aradan 2 saat geçti geçendi, kalktığımızda boğaziçi küprüsü’nden geçerken İstanbul’u ortadan ikiye ayıran, denizi görünmez kılan sis çökmüştü çoktan. Binaların bir bölümünden yukarısı görünmüyordu. E 5 çevreyolu Mecidiyeköy’ e kadar yer yer hayalet gibiydi.



Yorum bırakın